Fahri Sarrafoğlu

Değerli okuyucularım, Musa Topbaş Hazretleri ile ilk tanışıklığımız 1984  yılında Aksaray’da olmuştu. Aksaray’ı ziyaret ettiklerinde kendileri ile müşerref olmuştum ve o tarihten beri de her İstanbul’a geldiğimizde ziyaret ederdim. Türkiye’de oldukları zaman cuma günleri gelirdi merhum üstadımız, Unkapanı’ndaki Hisar tekstil mağazasına uğrardı. İşte bendeniz 1990 yılında, İstanbul’a yerleşmeye ve İstanbullu olmaya karar verdiğimizde Merhum  Musa Topbaş Kuddise Sirruh  hazretlerini ziyaret ettim. Bir Cuma namazı sonrası bu kardeşiniz ve o zaman öğrenci olarak kardeşlerimizle Musa Topbaş üstadımızı ziyaret ettik. Orada bulunan öğrenci kardeşlerimize ve bu kardeşinize o zamanki parayla 20 TL verdi. Eski 20 TL kırmızı olan sonradan basılan yeşil olandan YTL değil. O zaman ki değere göre bir buçuk kiloya yakın et alabiliyorsunuz. Yani bayağı değerli bir paraydı.

Musa Topbaş Efendi bu parayı bize verirken  şöyle dedi: “Gençler bu parayla İstanbul’u gezin. Ve en iyi yerde, görmek istediğiniz, içinizde ukde olan, gidip görsem dediğiniz neresi varsa orada o parayı harcayın.  İstanbul ile ilgili, ne varsa onu bir görün ve İstanbul’un güzelliğini tanıyın. “Cuma günü aldık biz tabi o parayı ve ben o parayı aldığım ertesi günü hiç unutmam o parayla, harcamak için, girilmesi öyle pekte kolay olmayan, pahalı ve özel bir yer olan  Yıldız Parkı içindeki Malta köşküne gittim. Yıldız Parkı içinde Malta köşkü var, Sarı Köşk var, Yıldız Şale var. O zamanlar  oraya gidersiniz ama öyle rahat giremezsiniz. O zamanlar başka bir kurumun elindeydi, şimdi olduğu gibi belediyenin elinde değildi ve tabi ki biraz pahalıydı. İşte bana verilen yirmi lirayı harcamak için Fatih’ten Beşiktaş’a otobüs ile gittim. Malta Köşkü’nde adını sık duyduğum ama yemediğim Saray Çorbası,  Ali Nazik kebabını, keşkülü fukara tatlısını yedim. Arkasından kahve, ne kahvesi çitlembik kahvesi içtim.

Tabi yemek sonrası Yıldız Parkını ve diğer köşkleri hatta Yıldız Şale o zamanlar geziliyordu müze olarak orayı da gezmiştim. Ve dönüşte, para biraz artı ve o artan para ile 2,5 lira mıydı, o para ile Fatih’e taksi  ile geldim.

Ertesi hafta, cuma günü geldi, Musa Efendimize, biz bilgilerimizi veriyoruz. O parayla neler yaptık. Öğrenci kardeşlerden birkaçı efendim biz teberrüken sakladık dediler. Bir kardeşimiz efendim Fatih’te bir simit aldım Fatih Caminin bahçesinde oturdum dedi. Bana döndü ve sen ne yaptın Sarrafoğlu dediğinde de, bende olduğu gibi parayı son kuruşuna kadar nasıl harcadığımı söyledim. Merak ettiğim Yıldız Parkını, 2.Abdülhamit Han’ın yaptırdığı Yıldız Şale köşkünü ve diğer köşkleri görmüştüm onları anlattım. Tarihleri ve hikayeleri hakkında da bilgi verdim.

Musa Topbaş Kuddise Sirruh hazretleri tebessüm etti ve : “İşte bu dedi, İstanbul’un güzelliğini tanımadan, İstanbul’u tanımadan, gönlünüzü tasavvufa açmak zor olur, yani tasavvuf ile tanışmadan önce, İstanbul’un güzelliğini görün, İstanbul’u tanıyın, bilin.

Değerli kardeşlerimiz,  içinizde ukde kalmasın, İstanbul iyi  bir tanıyın, görün, sonra yaparım, sonra gezerim demeyin. Ya hele bir işi bulalım, hele bir evlenelim, hele çoluk çocuk olsun, hele bir arabamız olsun demeyin.  Fırsat buldukça İstanbul’u tanıyın, İstanbul’un güzelliğini, nezaketini siz fark edin, İstanbul size mürebbiyelik yapar, yani öğretmenlik yapar, eğer siz saygılı bir şekilde, düzgün bir şekilde İstanbul’a öğrenci olmayı, talebe olmayı kabul ederseniz, inanın İstanbul sizi yetiştirir, İstanbul sizi öğretir.

 

Evet, böyle bir hatıra ile başladık, değerli okuyucularım, bir başka hatıramız ise şöyle:

Musa Topbaşkuddise Sirruh Hazretleri İstanbul’da olduğu zaman, kahvaltılar olur, yemek davetleri olur bu ziyafetlere  belli sayıda kişiler katılırdı. Sayısı belliydi gelecek kişilerin. Ev sahibine de öyle bilgi verilirdi. Efendim, Bursa’dan değerli bir abimiz,  bir gün evden beni aradı. Fahri dedi, yarın Çamlıca’da filan abinin evinde öğle yemeği daveti ve sohbet var, sende git. Yani Bursa’daki abi davet ediyor, diyor ki orada Musa Efendi var haberin olsun git. Bende Fatihte oturuyorum, o dönemde sevgili  okuyucularımız, öyle kolay değil bir yerden bir yere gitmek. Öyle metro, Marmaray yok. Fatih’ten kalk Üsküdar’a, Eminönü’nde in, Eminönü’nde vapur, vapurdan bekle, belli saatlerde gelir Çamlıca’ya geldik. Şimdiki İLAM binasının olduğu  yere yakın olan köşke geldik.  Camide öğle namazını kıldık, camiden çıktık beraber diğer misafirler ile birlikte öğle yemeğinin olduğu yere doğru geldik. Ben biraz hafif geri kaldım, varacağımız yere, misafir olacağımız yere geldik kapıyı çaldım. Kapıyı kim o gün kim açmıştı. Değerli büyüğümüz Abdullah Sert Hocamız açmıştı. Kapıyı açtı, bana baktı ve beni de tanıyor tabi. Buyur Sarrafoğlu dedi.  Efendim sohbete gelmiştim dedim, Abdullah Sert Hocamız da davetli misin ki, seni kim davet etti dedi. Efendim Bursa’dan bir abi söyledi, bugün sohbet var dedi. Peki, ne dedi yemek var yemeğe git dedi mi? Demedi. O zaman git yemekten sonra gel dedi ve kapıyı kapattı.

 

Evet, ne yaptım, o zaman, nefsime bakın aa buraya kadar geldim, bir kişi daha olsa ne olur, artık giderim, bir daha kalmam, camiye doğru yürüyorum ama içimden al-verler, nasıl kavgalar, ne olacakmış bir kişi, davet etmiş, gelsem ne olur, gideyim otobüse binip küseyim diyorum, Fatih’e geri döneyim diyorum. Ama al-verler öyle devam ettiği ki, ama gitmedim. Vazgeçmedim. Elhamdülillah, Haza min fadli Rabbi mücadele ettik ve dedim ki hayır, sohbete gideceğiz. Bir taraftan da, sohbete gidiyorum, bir taraftan da ayaklarım geri-geri gidiyor, diyorum İnşallah Abdullah Sert hocamız çıkmaz kapıya, kenardan köşeden girerim diye içimden dua ediyorum. Sevgili okurlarım, zile bastım, kapıyı kim açtı dersiniz, evet tahmin ettiğiniz gibi Abdullah Sert Hocamız açtı ve ha buyur Fahri Sarrafoğlu, şimdi buyur gel. Yemek bitmiş, sohbet başlamak üzere, oturduk, en arkaya böyle sıkıştım, mahcup bir şekilde. En arkaya, kapının girişinden salon, büyük bir salon, oturdum. O arada abiler diyorlar ki biraz daha ileri gidelim  yavaş yavaş sıkışalım, öne geçelim, sıkışalım öne gecelim diye-diye, sevgili kardeşlerim  nasıl oldu ben bilmiyorum ön tarafta, Musa Efendi Kuddusse sirruh ile karşı karşıya geldik, ön tarafta. O günkü yapılan sohbeti bugün bile hatırlıyorum.  Hiç unutmam.  Abdülkadir Geylani hazretlerinden kalp bahsini okumuştu, okutturmuştu, kalp ile ilgili Abidin Topbaş amcamız Allah hayırlı ömürler versin, ona okutturmuştu kalp ile ilgili, kalbin muhabbet zirvesi ile ilgili okumuştu.

 

Allah razı olsun hepsinden, Merhum üstadımıza Allah rahmet eylesin, Abdullah Sert hocamıza Allah hayırlı ömürler versin, Abidin amcamıza da.

Bunları kendi başımdan geçtiği için, rahat rahat anlatıyorum, inşallah sizler böyle usulsüzlük yapmazsınız, Rabbim kolaylık versin, o büyük zatlarında gönlüne girebilmeyi, muhabbetlerini almayı bizlere nasip eylesin inşallah.
Not: Buradaki yazılar YÜZAKI Dergisinde yayınlandıktan sonra siteye yüklenmektedir. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website