Yazan: Fahri Sarrafoğlu

Yıl 1988.  Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden yeni mezun olmuş ve Londra’ya dil eğitimi için gitmiştim. Çok fazla çabalıyor, özellikle konuşmamı düzeltmek için sık sık konuşma kurslarına katılıyordum. Bu arada tabi ki hem çalışıp hem okuduğumu da belirtmeliyim. İngilizceyi güzel konuşanları hayranlıkla dinliyor, ben de böyle konuşacak mıyım diye gıpta ediyordum. İngilizce adeta takıntım olmuştu. Mutlaka öğrenip biran önce Türkiye’ye dönmek istiyordum. Londra’ya geldiğimin 3 ayında ilginç bir olayla karşılaştım. Biri ikindi sonrası Londra’nın meşhur  çoğunlukla Türklerin  oturduğu Seven Sisters semtinden okul çıkışı,  iş yerine doğru giderken Uzak Doğulu genç bir hanım çok düzgün ve akıcı İngilizcesiyle beni durdurdu. Kısa bir konuşma yapmak istediğini, dinleyebilirsem çok sevineceğini söyledi. Hani bugün anket için rica ediyorlar ya, ben de her halde bir anket için konuşmak istiyor sandım ve dinlemeye başladım. Evet, baştan da belirttiğim gibi çok güzel İngilizce konuşuyor ve bana bir şeyler anlatıyordu. Fakat ben ne anlattığından ziyade nasıl anlattığı ile ilgileniyordum.

 

Aaa !! Bir müddet sonra baktım anlattığını yavaş yavaş anlamaya başlayınca şaşırdım. Bu hanımefendi bana tebliğ yapıyordu. Evet, Yehova Şahitliği’ni anlatıyordu. Neler neler anlatıyordu: Yehova Şahitliğinin Hristiyanlıktan farklı olduğunu, üçleme (baba, oğul, ruhul kudüs) inancının olmadığını ve Hristiyanlıktan farklı yönlerinin bulunduğunu anlatıyordu. O arada bende bir soru sordum. Sorum şuydu. “Peki, siz Yehova  Şahidi misiniz?” Aldığım cevap beni çok şaşırttı ve aradan geçen 30 yılı aşkın süreye rağmen hala hatırımdadır.

-Hayır, ben Taylandlıyım. Ve Budist’im…..
-Budist mi?
-Evet, Budist….
-Peki, ama siz Budist’seniz neden inanmadığınız bir dinin tanıtımını yapıyorsunuz, o dine katılım için konuşma yapıyorsunuz?
Verdiği cevap ilginç ve bir o kadar da düşündürücüydü:
Ama ben bu işi PARA İÇİN YAPIYORUM. Para, için bu dinin tüm özelliklerini öğrendim, bunu anlatıyor olmam, o dini yaşadığım anlamına gelmez. Bende üniversite de öğrencisiyim, gelir elde etmek için yapıyorum.

Teşekkür ettim ve ayrıldım. Bir insan para için inanmadığı bir dinin tüm özelliklerini öğreniyordu.  Ve kendi dininden de taviz vermiyor, yine kendi dinini yaşıyordu. Peki, dedim ya biz. Londra’da yaşayan veya dünyanın birçok ülkesinde yaşayan Müslümanlar acaba kendi dinimizi gerçekten biliyor muyuz? Biliyorsak da böyle akıcı bir şekilde İNANARAK ANLATABİLİYOR MUYUZ?  Acaba bugün Avrupa ülkelerinde yaşayan birçok Müslüman gençler, çocuklar kendi dinlerini bilmedikleri için dolayısıyla bilmediği için yaşayamadığı dinin yerine başka bir inancın etkisi altında kalma tehlikesi yok mu?
Sorunun cevabını size bırakıyorum…
Kısaca: Bakara Suresi :2:145 –     Celâlim için, sen o kitap verilmiş olanlara, bütün delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi olmazlar, sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tabi değiller. Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz, sen de zâlimlerden olursun.

Ali İmran Suresi 19.ayet: “ Doğrusu Allah katında din, İslâm’dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir. “

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website