Hazırlayan: Fahri Sarrafoğlu 

Pâdişâhın husûsî nazarlarına mazhar olmuş bir av köpeği vardı. Avcılıkta mâhir ve usta idi. Pâdişah, ona son derece değer verir ve her ava çıkışında onu mutlaka yanına alırdı. Tasmasını mücevherlerle süslemiş, ayaklarına altın ve gümüşten yapılmış halkalar ve bilezikler taktırmıştı. Sırtı da sırmalı atlas bir çulla kaplıydı.
Bir gün pâdişah, yine onu yanına almış olduğu hâlde saray erkânı ile birlikte ava çıktı. Tasmanın ipek ipi elinde, at üzerinde vakur bir şekilde ilerleyen sultan, gâyet neşeli idi. Fakat birden bu neşesini kaçıran bir şey gözüne ilişti. Çok sevdiği köpeği, pâdişâhını unutmuş bir vaziyette başka bir şeyle oyalanmaktaydı.
Pâdişah, önce mahzûn olarak elindeki ipek ipi çektiyse de köpek direndi; önündeki kemik parçasını kemirmeye devam etti. Bu hâl karşısında pâdişah, hayret ve hiddet hisleri arasında haykırdı:

11
“–Huzûrumda beni unutarak başka bir şeyle meşgûl olmak! Nasıl olur bu?!.” dedi.
Son derece üzüldü. Köpeğinin bu nankörlük, vefâsızlık ve duygusuzluğu ona çok dokunmuştu. Bir köpek de olsa onu mâzur görüp affetmek içinden gelmedi. O kadar izzet, ihsân ve ikrâma karşı köpeğinin bir anda, hem de bir kemikle kendisini unutması, gönül yaralayıcı ve vefâyı zedeleyici bir tavır olarak aslâ affedilecek bir husus değildi. Gazapla:
“–Yol verin şu edepsize!” dedi.
Köpek, bu hiddetin mânâsını kavradı, ancak iş işten geçmiş, yapacak bir şey kalmamıştı. Öyle ki, etrafındakiler pâdişâha:
“–Sultanım, üzerinde mücevher, altın, gümüş ne varsa alalım da öyle bırakalım!” dediklerinde pâdişah:
“–Hayır! Bırakınız öyle gitsin!” dedi.
Ardından ilâve etti:
“–Bırakınız öyle gitsin! Öyle gitsin de, ıssız, kızgın ve bomboş çöllerde garip, aç ve susuz kalsın; onlara bakarak kaybettiği ikram ve lutufların acısını sürekli yaşasın!..”
Cenâb-ı Hakk’ın sayısız nîmetlerinin kadrini bilemeyip basit, fânî ve süflî menfaatlerin peşine takılarak helâk olup giden vefâsız kimselerin hâlini aksettiren bu kıssa da ne kadar ibretlidir. Bu hâle düşen kimse, sonunda bu fânî takıntıların bomboş olduğunu görür, ama her şey bitmiş olur.
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“Pâdişahın oğlu eğer babasına karşı hainlik ederse, şunu iyi bil ki, babası onun başını bedeninden ayırıverir. Fakat bir Hintli köle pâdişaha vefâ gösterirse, devlet o köleyi «Çok yaşa!» diye alkışlar.
Köle de ne ki; eğer bir kapının köpeği vefâlı olsa, sahibinin gönlünde o köpeğe karşı yüzlerce râzılık, yüzlerce memnunluk duygusu vardır. Bu yüzden köpeği sever, okşar.”
“Vefâsızlık, köpekler için bile bir leke ve ayıp olduğu hâlde, sen nasıl oluyor da insan olarak vefâsızlık gösteriyorsun?”…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website