Yazan: Fahri Sarrafoğlu /

Karı-koca bir Pazar günü evlerinde oturmuşlar öf-püf diyerek sıkıntı içerisinde tatil günü geçiriyorlardı. Evin hanımı, pencere kenarına oturmuş güya kitap okuyor ama aklı başka yerde, yüzü asık bir şekilde duruyordu. Evin beyi de elinde gazete bulmaca dolduruyor ama kalem yaklaşık on dakikadır hiç oynamıyordu bile. Arada bir iç geçiriyor, ooff diyordu. İkisi de bilmiyordu aslında, niye canlarının sıkıldığını. İkisi de üniversite mezunu ve işleri de gayet güzeldi.  Tıp Fakültesini okumuşlardı, ama tıp alanında mesleklerini  yapmamışlar inşaat işine girerek kısa sürede büyük başarı elde etmişlerdi.  Maddi hiçbir sıkıntıları yoktu.

Pazar sabahı birilerini beklemiyorlardı, birden kapı çaldı, evin beyi Mehmet Ali Bey, hizmetçileri olmasına rağmen gelenin kim olduğunu merak ettiği için kapıyı kendisi açtı. Gelen orta yaşlı ve gayet iyi giyimli biriydi, güler yüzle merhaba dedikten sonra, gönüllü olarak bir vakıfta çalıştığını ve vakfın yardım ettiği aileler için giyilmiş temiz giysileri topluyordu.  Mehmet Ali Bey, elbette dedi, gayet güzel olur, bekleyin hazırlayalım verelim biz de dedi. Çünkü bahsettiği vakfı tanıyordu. Gayet güzel işler yaptıklarını biliyordu. Eşine de bilgi vermek için içeri giderken birden hatırladı. Kapıda vakıf için giyim eşyası isteyen kişi aslında bir doktordu. Evet, üniversiteyi beraber okumuşlardı, hay Allah şimdi hatırladı evet, bizim Recep’di O. Hemen geri döndü ve kapıda bekleyen Recep Bey’e içeri bir kahve içmeye davet etti. Aa  evet, Recep Bey’de onu hatırlamıştı. İkisi de mutlu olmuşlardı. Evin hanımı eşyaları hazırlarken onlarda sohbet ediyorlardı.  Recep Bey, okulu bitirmiş zorunlu hizmetini yaptıktan sonra şu anda özel bir hastanede yöneticilik yapıyordu. Halinden de gayet memnundu. Mehmet Ali Bey, şaşırdı. İki defa şaşırdı. Kendisi ondan daha farklı bir durumda olmasına rağmen mutlu olan Doktor Recep Bey’di. İkinci şaşırması ise neden bu işi yapıyordu. Bu eşya toplama işini bir başkası da yapabilirdi.
Recep Bey, bir taraftan ikram edilen sütlü kahveyi içerken bir taraftan da güler yüzle anlatmaya başladı. Bak dostum dedi, şöyle düşün şimdi.
Türkiye Cumhuriyeti devleti bir ülkeye büyükelçi atıyor. Gitsin orada ülkemizi temsil etsin diye. Büyükelçinin görevi ağırdır, koskoca devletimizi temsil edecektir. Fakat şöyle olabilir mi, bizim büyükelçimiz kalkıyor atandığı ülkeye gidiyor ama sık sık büyükelçilik binasında durmuyor gidiyor başka bir ülkenin büyükelçilik binasına . Orada görev yapmak istiyor. Niye?  Ben bu ülkenin meyvelerini daha çok seviyorum, buranın binası daha güzel ya da canım burada büyükelçilik yapmak istiyor, dese ne olur? Böyle bir şey diyebilir mi? Dese de ne kadar komik olur.  İnsan ise Allah’ın benim halifem dediği yeryüzüne kendi yerine atadığı çok şerefli bir varlıktır. Biz şimdi ne yapıyoruz, Allah’ın vekili olduğumuzu unutup, gidip dünyada nefsimizin ya da şeytanın vekilliğini yapmaya kalkıyoruz.  İşte sevgili dostum, sıkıntı burada başlıyor. Allah’ın atadığına razı olmayıp, ilahi yasalara razı olmayıp kendimiz bize ait olmayan ait olmayacak olan bir dünya oluşturma peşindeyiz. İşte burada da büyükelçilik görevimizi unutuyoruz. Bizim işimiz DÜNYA’DA ALLAH’IN KULU OLDUĞUNU UNUTMAMAK ONUN HALİFESİ OLDUĞUMUZU HEP HATIRLAMAK VE İLAHİ YASALARA UYMAKTIR… İşte sevgili dostum, ben bu şuurla profesyonel olarak görevimi yaptıktan sonra insanlara faydalı olmak için böyle bir gönüllü işe girdim. Allah’ın halifesi olan başka bir kula yardım etmek için.

Mehmet Ali Bey, doktor meslektaşına çok teşekkür etti. Aslında sıkıntının kaynağı belli idi. O, yıllarca okumuş, okulunu bitirmiş ama kendi mesleği yerine daha kolay para kazanmak için mesleğini yapmamıştı. Hâlbuki bu mesleği severek de okumuştu. İşte, çevresi ve ailesi ona müteahhitlik işine girmesini tavsiye etmişlerdi. Ama sonuç ortadaydı, Allah’ın halifesi olmak yerine nefsinin, egosunun büyükelçiliğine soyunmuştu adeta ….

Kısaca: Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Allah Kelamında, yeryüzünde her ne varsa hepsinin insan için yaratıldığı  beyan edilmektedir (Bakara, 2/29). İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğuna göre,  Allah’ın dediği gibi yaşamak zorundandır. O’nun verdiği nimetleri de O’nun rızasına uygun olarak tasarruf etmek durumundadır.

Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti; melekler, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz’ dediler; Allah ‘Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.” (Bakara 2/ 30)

“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sâd 38/26)

“Sonra onların ardından, bakalım nasıl amel edeceksiniz diye sizi yeryüzünde halifeler kıldık.” (Yunus, 14)

Hatırlayın ki, (Allah) sizi Nuh kavminden sonra (yeryüzünde) halifeler kıldı ve sizi yaratılışta bir genişlikle (kuvvet ve boyca) üstün kıldı.” (A’râf, 69)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website