Değerli Dostlar,

Bugün sizlere bir hikâye anlatacağım ama bu hikâye benden değil 13 yaşındaki kızımdan.

Bir gün kızım yanıma geldi ve bana şu sözleri söyledi ‘’baba, sen hep hikâye yazıyorsun, hatıralar anlatıyorsun, bugün bir değişiklik yapalım ve ben sana bir hikâye anlatayım. Bakalım beğenecek misin’’. Teklifini kabul ettim ve merakla onu dinlemeye başladım.

 

Hikayesini ‘’evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir varmış, bir yokmuş’’ sözleri ile başladı. Kendisini durdurdum ve bunları biliyoruz, hikayene başla dedim; kızımda bekle, hikâye anlatılırken sabret dedi. Bunu bize kızım söyledi ‘’hikâye anlatılırken sabret’’.

 

Hikâye nasıl başlıyor?

 

Bir ada varmış. Bu adada insanlar huzur içinde yaşıyormuş. Çok büyük olan bu adada, insanlar bahçe, tarım, hayvancılık ile uğraşıyormuş. Ada sakinleri, güzel yüzlü, tebessüm halinde, Allah’a ibadet halinde, neşe içerisinde yaşıyorlarmış.

 

Bir gün, adada bol altın olduğunu duyan korsanlar, adayı yağmalamak için adayı basmışlar. Adanın reisi, neden geldikleri sormuş, korsanlar ise altınları almaya geldiklerini söylemişler. Reis, ‘’tamam o kolay, bizde altın çok, veririz size’’ diye cevap vermiş. ‘’Bir sürü altın var ileride ama çıkartamıyoruz, bizim gücümüz yok, aletimiz yok’’ diyerek devam etmiş. Elinde altın külçeleri olan reis elindekileri de göstermiş, bunların altın olduğunu ama işlenmediğini ve eğer isterlerse daha fazla verebileceğini söylemiş. Altınları gören korsanların gözleri ışıldamış ve ağızları sulanmış. Korsanların bu halini gören reis, sözlerine şöyle devam etmiş ‘’Adada altın var ama bizde yok, hepsi maden de. Bakın burada bağ-bahçe var, tarla var, ağaçlar var, sık ağaçlar var ve bunların kesilmesi gerekiyor, ağaçlardaki meyvelerin toplanması gerekiyor ki madene giden yok açılsın. Kabul eder, ada da çalışırsanız, her birinize her gün bir külçe altın veririz.’’ diyor. Bunu duyan gemideki tayfa ‘’günde bir külçe altın mı’’ diye tepki veriyor ve ada da çalışmaya başlıyorlar.

Düşünün günde, bir külçe altın kazanacaklar…

Herkes canla başla çalışmaya başlıyorlar. Kimi kürek alıyor, kimi kazma alıyor, kimi hayvanın peşinden gidiyor, kimi bağ-bahçede… Hem çalışıyorlar hem de akşam alacakları o bir kilo altının düşünüyorlar. Düşündükçe daha çok hırslanıyorlar ve azim ile çalışmaya devam ediyorlar.

Tabi, çalışıyorlar ama çalışırken, etrafındaki ne ağaçlardan ne güneşten ne denizden ne balıklardan hiçbirinden istifade edemiyorlar… Sadece bir tek düşünceleri var, akşam alacakları o bir kilo altın, o bir külçe… Gerçekten de iyi çalışıyorlar, adanın yüzü, gözü değişiyor.

Reis sözünde duruyor ve her gün bir külçe altın veriyor.

Adaya gelmelerini sağlayan gemi ise karada duruyor. 10 gün, 1 ay, 1 yıl, 2 yıl boyunca karada duruyor… Altın kazanma hırsı ile çalışmaya başlayan korsanlar 2 yıl boyunca çalışıyorlar ve hiçbirisi ‘’şu altınları alalım da gidelim’’ demiyorlar. Daha çok alırız, daha çok alırız diye devam ediyorlar… Seneler geçiyor ve hiçbiri altınları alıp memleketlerine dönmüyorlar. Dönmek isteyenleri de ‘’dur daha gemi dolmadı, daha çok alırız’’ diyerek yarı yoldan geri döndürülüyorlar. Ve sonuçta, orada altınlar ile o adada ölüyorlar… Ne memleketlerine geri dönüyorlar ne de orada yaşarken, altın alırken, uğraştıkları hal ve hareketlerinden neşe, sevk alıyorlar. Böyle bir hal içerisinde yaşayıp, gidiyorlar.

 

Kızımın hikayesi böyle… Bende ona şöyle bir ilave yaptım…

 

Kızıma gel hikâyeyi şöyle bitirelim dedim: reis altınları alsın, doldursun, yağmaya  gelen korsanlara bu altınları versin ve şunları söylesin ‘’bakın burada altınlar var, alın bu altınları’’. Hedefleri adayı yağmala olan korsanlar bu sözleri işitir işitmez, gördükleri külçelere doğru hareket edip, onları aldılar. Hepsi külçeleri sevinerek, kucak kucak alıp gemiyi doldurdular. Bu durumu izleyen gemi kaptanı şaşkınlık içinde ‘’nasıl olurda bize külçeleri böylece verirsiniz, bize ne için veriyorsunuz’’ diye reise sordu. Reis de ‘’Bize ne işe yarayacak, buyurun sizin olsun’’ diyerek karşılık verdi.

Düşünün… Korsan gemileri altın ile doluyor.

 

Gemiler dolduktan sonra, korsanlar tekrar okyanusa açılıyorlar ama gemiler dolu olduğu için, ağır ağır ilerliyorlar… Yol kat edemiyorlar… 3-4 km sonra, tam adadan ayrılırken kaptan gözlerini acıyor ve ‘’aman Allah’ım, bunlar ne?’’ diye bağırıyor. Meğerse, altın diye topladıkları, taşmış… Bildiğimiz taş. Düşünsenize iştahla topladığınız altınlar aslında taşmış… Hırsları onları kör etmiş. Taş topladıklarını güneşin ışığı ile fark etmişler…  Fark etmişler ama geri dönememişler bir de üstelik gemi ağır olduğu için gemi batmış ve hepsi sahilde helak olmuşlar… Adanın reisi de şükür adayı taşlardan temizledik diye seviniyormuş.

 

Evet… Benim de hikayem böyle bitiyor.

 

Kısaca sevgili dostlar, işin aslında, hikâye öyle veya böyle, çıkardığımız sonuç ne? Dünya bize nedir? Dünya bize bir cennet midir? Dünya bize bir tarla mıdır? Yoksa dünya gelip, alıp, ekip, biçip, götüreceğimiz bir tarla mıdır? Allah öyle demiyor mu? Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka değildir! (En’âm Sûresi 32. Ayet), (Ankebût Sûresi 64. Ayet), (Muhammed Sûresi 36. Ayet), (Hadid Sûresi 20. Ayet) demiyor mu ayeti kerimede?

Rasullulah Sallalahu Aleyhi ve Sellem: “Dünya ahiretin tarlasıdır”.

O zaman bu tarlada çalışıp, ekelim, biçelim ve bunu geldiğimiz yere götüreceğiz. Bizim geldiğimiz yer SONSUZLUK. İşte oraya doğru gideceğiz inşAllah.

 

Allah’a emanet olun,

 

Ayetler:

 

*Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka değildir! Âhiret yurdu ise Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız? * (En’âm Sûresi 32. Ayet)

 

*İyi bilin ki, şu dünya hayatı boş bir oyalanma ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilmiş olsalardı! * (Ankebût Sûresi 64. Ayet)

 

*Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer inanıp Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız Allah size mükâfatınızı tastamam verecektir. Üstelik Allah sizden cihâd için bütün malınızı da istemiyor. * (Muhammed Sûresi 36. Ayet)

 

*İyi bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundan, bir eğlenceden, bir süs ve gösterişten, aranızda bir öğünmeden, mal ve evlatta çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki, onun bitirdiği ekinler çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kuruyuverir de sen onu sapsarı kesilmiş görürsün. Ardından da çerçöp hâline gelirler. Âhirette kâfirlere şiddetli bir azap, mü’minlere ise Allah’tan bir bağışlama ve rızâ vardır. Evet, dünya hayatı, aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir. * (Hadid Sûresi 20. Ayet)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website