Yazan: Fahri Sarrafoğlu

Bu satırların yazarı bendeniz Fahri Sarrafoğlu yıllardır İstanbul’u gezerim, sokaklarını adım adım, sene 1976’dan beri. Gezerken sadece tarihi yapılar, çeşmeler, camiler görmeyiz. Aynı zamanda insanlarla konuşur, tanışırız. Onlarla hasbıhal ederiz. Evlerine oturup, bir bardak su, bir yudum çay içtiğimiz İstanbul sakinleri vardır. Birçoğu ile bugün bile halen görüşmekteyiz. Fakat geçtiğimiz günlerde, yine böyle bir gezi esnasında ilginç bir manzara ile karşılaştım, oldukça şaşırdım. Fatih’in Haliç kesiminde bulunan mahallede zabıta ekibi bir evin kapısında ve kapıda da belediyenin çöp arabası var. Eve yaklaştım. Aaaa ! Bu ev bana çok tanıdık geldi. Yıllar önce bu semti gezerken bize kapısını açan Zehra Teyzemizin eviydi. Kendisi uzun yıllar ebelik yapmış, birçok doğumun gerçekleşmesine yardımcı olmuş güler yüzlü bir teyzemizdi. Yaklaşarak zabıta amirine sordum. Aldığım cevap ilginçti,  mahallelinin artık canına tak etmiş, evden kötü kokular geliyormuş, ev çöp ev olmuş. Zabıta amiri hem anlatıyor hem   yakınmaya devam ediyordu. Bu kaçıncı diye…Bugün temizlemeye gittikleri ikinci çöp evmiş burası. Giderek çöp evlerin sayısı da artıyormuş maalesef.

Nasıl olurdu, Zehra Teyzemizin o düzenli evi böyle bir çöp eve nasıl dönüşürdü ki? Ben böyle düşünürken mahallenin emektar muhtarı Cemal Amca geldi. Tane tane olayı anlatmaya başladı. Zehra Teyze’nin eşi öldükten sonra  yalnız kalmış. Mahalleden eski tanıdıkları da birer birer göçüp gidince iyice bunalıma düşmüş. gitmiş, sokakta adeta yalnız kalmış. Çocukları da İstanbul dışında yaşıyor olunca O da  sokakta ne bulduysa eve taşımaya başlamış. Her gün aynı saatte çıkıyor, tıpkı işe gider gibi, sonra elinde topladıkları çöplerle eve geliyormuş. Topladığı çöpler ona adeta yaşam enerjisi veriyormuş…

Peki, şimdi ne olacak, çöpler temizlendi, ev temizlendi, ya Zehra Teyze?  Evin temizlenmesi kadar, kişinin kafasındaki çöpün de temizlenmesi gerekmiyor mu? Hayata tutunabilmesi için bir şeyle meşgul olması gerekiyordu. O böyle bir yol belirlemiş kendisine. Çirkin ama bu kimisi için.  Öte yandan bazıları için alışveriş de bir kaçış, bir meşguliyet olarak artık günümüzde yerini koruyor.

Benim çöp evim yok demeyin. Sizin yok ama peki, ya eşiniz? Eşinizde de bu hastalık olabilir. Eğer giymediği eşyalarını, kullanmadığı mutfak eşyalarını ya da  evde eskiyen her ne varsa atamıyor, tam tersi siz atmasını istediğinizde büyük bir kriz çıkarıyorsa eyvah ki eyvah ! Alarm zilleri çalmaya başlıyor demektir. Eşya ile bağ kurmuş, demektir. Aslında tamamen yaratılış gayesi gereği eşya ile değil İNSANLIK ile irtibat kurması gerekirken eşya ile ünsiyet kuran bir topluma doğru gidilmesi tüm insanlık için gerçekten acı bir durumdur.

İstifçilik sadece yiyecek veya para biriktirmekle ilgili değil. İstifçilik denen şey her türlü eşya ile bağ kurma hastalığı. Kişinin hak ile arası gittikçe açıldıkça, Rahmanın yarattığı o güzel fıtrattan ayrıldıkça ego, bedeni de yanına alarak ruhu  tamamen ele geçiriyor,  ruhani âlemden tamamen dünyevi alana doğru çekiyor.

Kısaca:
 Saffât; 95: “ Dedi: Kendi ellerinizle yonttuklarınıza mı ibadet ediyorsunuz?”
Ey inananlar! Allah’tan sakının ve doğrularla (sadıklarla )  beraber olun. (Tevbe 119)
Musa’nın arkasından kavmi, tutmuş süs takılarından böğüren bir buzağı heykeli edinmişlerdi. O buzağının kendilerine bir söz söylemediğini ve bir yol gösteremediğini görmemişler miydi? Fakat yine de onu tanrı edindiler ve zalimlerden oldular. (Araf Suresi 149)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website