90 Yazan: Fahri Sarrafoğlu

İstanbul aziz bir şehirdir. Bu şehirde binlerce yıldır çok güzel insanlar yetişmiştir. Bu yetişen kaliteli insanlar da yine binlerce kıymetli insanların yetişmesine vesile olmuştur.  İstanbul’un fethinden sonra İstanbul manevi olarak adeta dantel gibi işlenmiş her semtinde insanların dertleri ile ilgilenen tekkeler kurulmuştur. Bu tekkelerin amaçları tekkeye adam toplamak değil, kendisine gelenleri adam edip, kâmil bir insan olarak hayatın içine göndermekti. Yani tekkelerin görevi tembel evleri değil, hareketli, dinamik ve devamlı vardiya halinde olan bir insan fabrikası gibiydi.

İşte hikâyemiz bundan beş yüz sene öncesinde Fatih’te bir tekkede geçiyor. Tekkenin başında Akil Efendi adlı şeyh efendi kendisine gelenlere manevi öğütler veriyor, manen de insan olmaları için adeta elinde fırçası olan bir ressam gibi kalpleri tek tek işliyordu. Tabi yetişen bu insanlar da sosyal hayatın içine girdikleri için onları Akil Efendi’nin yetiştirdiği her hallerinden belli oluyordu. Çünkü ticarette, aile hayatında, sosyal hayatta hep güzel ahlak üzere hareket ediyorlardı. Gel gelelim tekkede son günlerde gelen-giden sayısı giderek artmaya başlamıştı. Dışardan bakınca insanların buraya teveccüh etmeleri gayet güzel gibi duruyorsa da Akil Efendi’nin yüzü hiç gülmüyordu. Eskiden çarşıya çıkıyor esnafla konuşuyor, çocuklarla şakalaşıyordu. Hasta ziyaretine, düğünlere, cenazelere kolaylıkla katılırken artık neredeyse tekkenin dışına çıkamıyordu. Zira eskiden  rahat bir şekilde halkın içinde olurken, talebeleri ile gezerken şimdi bunları yapmak neredeyse imkansızdı. Aşırı bir teveccüh başlamıştı. Hele o dönemin bilinen devlet adamları da tekkeye ilgi gösteriyor, paşalar, beyzadeler konaklarına davet etmek için adeta  birbirleriyle yarışıyordu.

Akil Efendi, bir gün odasından hiç çıkmadı. Gelenlerin hiçbirini kabul etmedi. O hürmetten, şatafattan,  el öptürmekten uzak durmak istiyordu.

Sabah namazı için müritleri Akil Efendi’nin odasından çıkmadığını farkettiler, meraklanıp kapısını açtıklarında içeride onun olmadığını gördüler. Müridleri oldukça şaşkındı. Evet, Akil Efendi tekkeden gitmişti. Daha doğrusu tekkeden kaçmıştı.  Müritleri günlerce bekledi, belki gelir diye. Ama aylar geçtiği halde Akil Efendi gelmedi. Tekke bir müddet sonra o dönemin kuralı gereği atanacak uygun mürşid-i kamil bulunamadığı için kapandı. İnsanlar günlerce merak etti, acaba şeyh efendi niye tekkeden gitmişti? Ve nereye gitmişti?

Peki, Akil Efendi nereye gitti dersiniz? Akil Efendi, tekkenin bu gidişatının insanlara fayda değil zarar verdiğini gördüğü için hemen o gece kılık değiştirip, seyyah kılığına giriyor ve İstanbul’dan Afrika’ya giden bir gemiye biniyordu. Geminin ilk durağı olan Tunus’ta karaya çıkarak Tunus’un (ülkenin aynı zamanda başkenti ) bir köyüne yerleşiyordu. Burada babasından öğrendiği mesleği olan terzilik yaparak insanları yine eğitmeye devam ediyordu.  Ama bu sefer şeyh olarak değil bir terzi olarak. Evet, Akil Efendi İstanbul’dan buraya Tunus’a gelmişti. Niye derseniz? Hem kendini hem de ona inanan insanları en büyük tehlike olan “şöhret” hastalığından kurtarmak için. 

Kısaca: Allah Rasûlü (s.a.v.) bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Sizin için en çok korktuğum şeyler riya ve şöhrettir. Bu hastalığa yakalanan insanlar, ilim, ibadet, hüner ve güzel iyiliklerini halka göstermek, onların beğeni ve övgülerine nail olmak isterler. Bu istek onlarda Allah Teâlâ’nın rızasını ve övgüsünü kazanma isteğinin yerine geçer ve ahirete yönelik bütün amellerinin sevabını yakıp mahveder. Çünkü bu insanlar, artık yaptıklarını Allah için ve ahiret için değil, nefis için ve dünya için yaparlar.
Hz. Ali (ra) şöyle demiştir: “Selâmet bul­mak istersen kendini meşhur etme, nefsini yükseltme, amel ve meziyetlerini gizle, bunları teşhir etmek için konuşma.”
Kehf Suresi: 45: “Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.”

(A’lâ, 16, 17): Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Hâlbuki ahiret hayatı dünya hayatından daha hayırlı ve daha uzundur.”
(Kıyâmet, 20): “Siz şimdiki hayatı seviyor, sonraki hayatı bırakıyorsunuz.”

2 thoughts on “Şöhret büyük bir imtihan

  1. Âmâk-ı Hayal / Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi
    Gazel
    Tama’u hırsa uyup nefs ile mahkur olma!
    Rahatın zail olur ,nam-ı meşhur olma!
    Sohbet-i arif-i billaha eriş,dur olma!
    Saltanat-ı mesned-i dünya ile mağrur olma!

    Zevk-i dünyaya firib olmadılar ehl-i kemal
    Bildiler hasılı hep zıll ü hevalu’b ü hayal
    Zevke teşbihi cihanın hele rüyaya misal
    Damen-i aşkı tutup buldu kamu kurb-i visal!
    Amak’ı Hayalden bir bölümün kısa yolu
    http://www.derindusunce.org/2016/01/05/amak-i-hayal-sehbenderzade-filibeli-ahmed-hilmi-222/

  2. Tekkedrn kaçan şeyh
    O vakit kendisi için elzem idi
    Bu vakit gemiyi kaptansız bırakmak titaniğin sonuna imza atmak demek
    Millet düşmüş para mal derdine evladım çalış para kazan
    Maneviyat kalp alemi unutulmuş nefis cırıt atmakta
    Deizme sürüklemekte
    yarın cenaze namazını kılsın biriktirdiğin mal peşinden koştuğun hayallerim
    Deizme sürüklediğin beynamaz evladın
    Liege şehrinde
    şeyh kaçabilirmiydi
    Tekkeyi dergahı terk edebilirmiydi
    Bizleri bekliyen yarınlar var
    Kaptan gemiyi terk etmez etmek mecburiyetinde olsa bile kürek sallar
    1 can o candır

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website