Yazan: Fahri Sarrafoğlu/

Allah kimseyi yerinden yurdundan etmesin diye hepimizin dilinde bir dua vardır değil mi? İşte Suriyeli kardeşlerimiz de yerinden yurdundan edilmiş, bir şekilde göçmeye zorlanmış insanlar. Gün içinde devamlı insanlarla daha çok iç içeyim. Geçtiğimiz günlerde sık sık soluklandığım  yine Levent’teki künefeciye uğradım. Yine her zaman orada bulaşık yıkayan bir kardeşimiz vardı, ismi Muhammed. Gidip geldikçe konuşurum. Arapça pratiğimi geliştirmeme sağ olsun yardımcı olurdu. En son gittiğimde baktım bu sefer ocak başına geçmiş künefe pişiriyor. Hem künefe pişiriyor, hem bir taraftan künefenin yanına dondurma koyuyor,  sonra da çay veriyor. Yani  on parmağında on marifet. İşletmeciye sordum, kısa sürede nasıl ocakçı oldu, kolay değil. Acaba daha önceki mesleği aşçılık mıydı? Yok, dedi, işletmeci ağabeyimiz, vallahi burası 5 yıldır faaliyette ama bulaşık yıkarken ilk defa birisi çok önemli bir görev olan ocak başına geçti. Künefe pişirmek hassas bir iştir, dikkat ister ve işini sevmek lazım. İşte bu Suriyeli kardeşimizde bu beceriyi gördüm. Bir ay gibi kısa sürede tüm işleri neredeyse çekip çevirecek hale geldi.
Merakla sordum: “Peki neden diğer Türk çalışanlarda bu özveri ya da heyecan yok?” Cevabı ilginçti işletme sahibi ağabeyimizin. Bakın şöyle dedi: “Buraya gelen, garson olsun, komi olsun ya da ocakçı olsun olaya kısa süreli bakıyor, kahrane bakıyor. Aslında ben bu işin adamı değilim ama mecburum çalışmaya diye bakıyor. Yani işini sevmiyor. Birkaç kuruş daha fazla para veren oldu mu hemen işini değiştiriyor ya da müşteri ile ters düşüp işi bırakıyor. Fakat bu Suriyeli Muhammed kardeşimiz ise hem işini seviyor hem de kısa sürede Türkçeyi öğrendiği için müşteri ile diyaloğu Türk çalışanlardan daha güzel, en önemlisi ise yüzünün hep gülmesi…”
Evet, iş yeri sahibi böyle diyor, acaba Muhammed kardeşimiz ne diyor diye biraz da onunla sohbet ettim. İşin doğrusu merak ettim, işini nasıl bu kadar seviyor diye. Bakın O da kısaca hikâyesini şöyle anlattı: “Buraya mecburiyetten geldim, hiç kimse vatanından ayrılmak istemez. Suriye’de iken üniversite mezunu idim ve kendi işim vardı. Ama hayata tutunmak zorundayız. Ömür Allah’ın elindedir. Eğer, nefes alıyorsak elimizden geldiğince bu nefesi iyi alıp vermeliyiz. Bunun için de hayatımızda şikâyete yer yoktur, şikâyet ediyorsak o nefsimizin beğenmediği bir şeyden dolayıdır. Allah ne diyor, sizin şer bildiğinizde hayır, hayır bildiğinizde şer vardır. Biz gayret ederiz, en iyi şekilde, sonra tevekkül ederiz.  Eğer bir iş yerinde çalışıyorsak ne iş olursa olsun onu en iyi şeklide yapmamız şarttır. Zira rızık veren Allah’tır. Yapılan en küçük hile rızkın asıl sahibi olan Allah’a yapılmıştır. Her kim çalışıyorsa rızık vereni görüp ona karşı mahcup olmamaya çalışmalıdır. “
Kısaca “İşinizi güzel yapın; Allah işini güzel yapanları sever”( (Bakara.195) buyuruyor. İyi işler yapmak ve yaptığını güzel yapmak, dinimizde “ihsan” kelimesiyle ifade edilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sav), “İhsan nedir, yâ Resûlallah?” sorusuna, “Allah’a, O’nu görüyormuş gibi kulluk etmendir; çünkü sen onu görmesen de O seni görüyor” şeklinde cevap vermiş; böylece işlerimizi, yüce Allah’ın görüp gözettiğine dikkatimizi çekmiştir.
İş hayatıyla ilgili kurtarıcı prensipler getiren dinimiz, her işi ehline vermemizi de emretmiştir. Sevgili Peygamberimiz (sav) “İş, ehil olmayana verildiği zaman kıyameti bekleyiniz’’ buyurur. Bu hadis açıkça, ehliyetsiz kimselere yaptırılan kötü ve yanlış işlerin bir toplum için çöküş olacağını göstermektedir.
Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: “İman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz işi iyi yapanların ecrini zayi etmeyiz.’’ (Kehf Suresi 30) Allah’ın iyi işler yapanlara vaad ettiği bu ecir, dünyada huzurlu bir hayat, ahirette de ebedi saadet ve cennet olacaktır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website