Yazan: Fahri Sarrafoğlu

Günümüz dünyasında popüler olmak adına neler neler yapılıyor. Yeter ki marka olayım, yeter ki benim de adım duyulsun diye milyon liralık harcamalar yapılıyor. İnsanlar elbette etkileniyor. Keşke ben de yapsam, keşke ben de gitsem, keşke benim de olsa diyoruz. Demesek bile içimizden geçiriyoruz. Bayram öncesi Avrupa’dan karayolu ile Hazerfan Akademisi adını verdiğimiz minibüsümüzle dönerken Makedonya’nın başkenti Üsküp’e uğradık. Üsküp’e ulaştığımızda akşam olmak üzere idi. Bizi misafir eden Üsküplü Adem Kalkan kardeşimizin ev sahipliğinde otelimize yerleştik. Biraz dinlendikten sonra ev sahibimiz tekrar gelerek Üsküp’ü gece ışıklar altında gezdirdi. Şehrin her iki yakasını da gördük. Bir tarafta devasa heykeller, diğer tarafta ise dağın tam tepesine büyükçe yapılmış haç işareti. Dikkatimi çeken bir husus da şehrin Müslüman yakasının görünümü idi. Sanki Osmanlı döneminde giden dervişler geri dönmüşler de orası yetim kalmış gibiydi. Çarşılar yine var. Çeşmeler yine var. Camiler yine var. Ama sanki suyu çekilmiş kuyu misali. Burada bir şey eksik diye içimden geçirip biraz üzüldüm. O üzüntüyle de fazla gezmek istemedim. “Sabah gezeriz” dedim ve hep beraber otelimize döndük. Sabah namazını Üsküp’ün en eski Osmanlı Camisi olan Murat Paşa Camii’nde kıldık. Namazda camide 10-15 kişi anca vardı. Cami imamı kardeşimiz, müezzin ve namaza gelen cemaat bilinçli Müslüman kardeşlerimizdi. Cemaatten bir kardeşimiz dedi ki:

 “ Maalesef burada kalınması buraya sahip çıkılması gerekirken parayı tercih edip kaçtılar, kaçkın oldular. Ama Allah bizden para değil “selim bir kalp istiyor. Biz burada sahipsiz kaldık. “ (Şuarâ, 88-89)

Namaz sonrası genç kardeşlerimizle ayrı ayrı eğitim amaçlı keşfe çıktık. Tarihi Osmanlı çarşılarının içinde minibüs kaptanımız Beytullah Sakin Beyle kahveye oturduk. Kahvehanenin sahibi genç bir kardeşimizdi. 24-25 yaşlarında anca gösteriyordu. Yeşil çay istedim yok dedi. İçebileceğim neler var diye kahvehanenin içine girdim. Sonra üst kata çıktım. Şaşırmıştım. İç kısmı Osmanlı dönemi kıraathanelerini andırıyordu. Masada gazeteler ve üst katta kitaplar vardı. Türkçe bildiği için Üsküplü bu genç kahvehane sahibine sordum: “ – Buraya Türkiye’den ya da diğer Müslüman ülkelerden çok misafir geliyor, nasıl, memnun musunuz? Kendinizi garip hissetmiyorsunuz değil mi?  “

Verdiği cevap o kadar ilginçti ki hepimizin kulağına küpe değil kalbine levha olsun:

“ Hocam ekşi sütten yoğurt olur mu? Ekşi süte yoğurt mayası katsanız ne olur ki? Tutmaz. Evet, herkes geliyor, herkes elinde buraya maya getiriyor, kendince. Hem de kaliteli mayalar. İyi niyetle geliyorlardır elbette.  Ama burada eksik olan saf süttür. Sütünüz ekşimemişse yoğurt mayası işe yarar. O süt yoğurt olur.  Ekşiyen sütten anca peynir olur o da azcık, olduğu kadar işte. Saf sütten kastım tasavvuftur. Osmanlı döneminde gelen dervişlerimiz gelip buraya ben hocayım, ben şu vakıftan geliyorum, ben şu dernekten geliyorum ya da ben şu firma adına geliyorum demedi. Sadece geldi ve esnaf oldu. Çöpçü oldu. İnsana dokundu. İnsanın içinde yaşadı. İnsanı kazandı. Yani buradaki insanları SÜT YAPTI. SÜT GİBİ BEYAZ YAPTI. Şimdi gelen kardeşlerimiz evet çok geliyorlar ama tarihi yerlerimizi geziyorlar, bol bol fotoğraf çekiyorlar, video çekiyorlar. Hatta yıkılmış tarihi eserlerimize sahip çıkıyorlar. Cami ve okul yaptırıyorlar. Güzel hizmetler bunlar. Ama Peygamber Efendimiz, “…İnsan bedeninde bir et parçası vardır. O sağlam ve sâlih olursa beden bütünüyle iyi, o kötü olursa beden de tamamıyla kötü olur. Dikkat ediniz ki o, kalptir,” demiştir.  İşte bizim, bir kalbi diri tutacak mayaya ihtiyacımız var. Yoksa ekşi süte istediğiniz kadar maya katın işe yaramaz. Bize göle maya çalacak “Nasreddin Hoca”ların yüreği, “Hoca Ahmet Yesevi”lerin mütevazılığı, “Yunus Emre”, “Hacı Bektaşi Veli”lerin heyecanı lazım. “

KISACA:

«Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları  (kötü) şeyler sebebiyle, kalblerinin üzeri pas tutmuştur.» (el-Mutaffifîn, 14)

“O, Rabbine kalb-i selim ile geldi.” (Saffat Suresi, ayet 84)

“…Bilesiniz ki, kalbler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28)

Mehmet Akif Ersoy bu durumu şöyle ifade eder:

İmandır o cevher ki ilâhî ne büyüktür.
İmansız olan paslı yürek¸ sinede yüktür.

Önemli not: Kalb-i selim; temiz vicdan¸ bozulmamış saf kalp ve sağduyu anlamlarına gelir.

2 thoughts on “Ekşi süte yoğurt mayası katsan ne olur ki?

  1. Evet o kardeşimiz üniversite fizyoterapi fakültesini bitiriyor
    Amma sahip olduğu kahvehaneyi çalıştırmaya karar verir
    TÜRKİYEmize davet ettim sevinerek olur dedi
    Beytullahın Gönlü gönül insanı olması
    VeSSELAM

  2. Anlatanlar bizzat işin içinde olmalı. Ben anlatayım birileri yapsın. Birileri yansın. Anlatanlar özü ile birlikte işin içinde olmalı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website