Müştak Baba: “Yarına hazır olmayana bugünden anlatma yarını “

Hazırlayan: Fahri Sarrafoğlu

Muş ilimiz Doğu Anadolu’nun bereketli bir şehri. Bu şehri geçtiğimiz günlerde ziyaret ettik. Muş ilimiz adeta bir tasavvuf bahçesi gibidir.  Halkın gönlüne girmek için Kadri, Nakşibendi tasavvuf okulları buralarda asırlarca manevi ekim yapmışlar. İşte Orada halkın kalbinde bir yer bırakan Müştak Baba diye bilinen hakikat yolcusunun türbesini de ziyaret ettik. Müştak Baba, kaynakların verdiği bilgiye göre, uzun boylu, geniş göğüslü, nuranî yüzlü, ela gözlü, çekme burunlu, heybetli, hoş sohbetli, fakir fukaraya yardımı çok seven bir zattır. Asıl adı Muhammed Mustafa Müştak Efendi’dir. Müştak-i Bitlisi olarak da bilinen Müştak Baba, gerek tasavvufi yönü gerek şiirdeki dehası ile Türk edebiyatında adından söz ettiren bir şairdir.

Müştak Baba Kabri Muş

Babası Seyyid Süleyman Efendi olup, anne tarafından soyu Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri (Kuddise sirruh)’ne ulaşır.  1172 (m. 1758) yılında Bitlis’te doğdu. 1247 (m. 1831) yılında Muş’ta, şehit edildi. Kendisi felsefi bilgisi kadar dini ilimlere de vakıf bir hakikat yolcusu. Elinde pırlanta olan birinin nasıl sokağa çıkıp rast gele dağıtmayacağı gibi Müştak Baba’da bilgiyi isteyene, talip olana verilmesini istemiştir. Gezdiği yerlerde aslında bilgiyi paylaşacak bir “KULAK” aramıştır. Yarına hazır olmayana bugünden anlatma yarını sözünün ardında aslında büyük bir mesaj vardır. Bilgiyi talep etmeyene, ufku olmayana yarını anlatsan ne olacaktır ki, boşa zaman kaybıdır. O zaman onlara da yarını değil bugünü anlat, bugünün  arkına varmalarını sağla.

MUSİKİ AKIL HASTALARINA ŞİFA VERİR
Daha on yaşındayken babasını kaybetmiş ve dedesinin himayesine girmiştir. İlk tahsilini dedesi Kadiri şeyhi Molla Süleyman’dan almıştır. On beş yaşına kadar medrese eğitimi almış, dedesinin istediği bir talebe olamaması nedeniyle ailesi tarafından medreseden uzakta eğitim almasına karar verilmiştir. Bu kararın verilmesine daha çok derslerden kaçarak musiki ile ilgili olması sebep gösterilmiştir. Bu duruma üzülen dedesi aileye yakışan bir tahsil görmesini istemiştir. Bu sebeple il dışına gönderilmiş ve medrese eğitimini Hoca Molla Süleyman’ın yanında devam ettirmiştir. Daha sonra daha iyi bir eğitim alması için dedesi Müştak-ı Bitlisî’yi amcası Şemsî Bitlisî’nin yanına göndermiştir. Bir müddet amcasının yanında eğitim almış ve yirmi yaşına kadar yanında kalmıştır.

Özellikle bu yıllarda kıraat ilminde başarı gösteren Müştak-ı Bitlisî, amcasının tavsiyesi üzerine Hacı Hasan Şirvanî’nin yanına gönderilmiş ve ondan dersler almaya başlamıştır. Hocasından her zaman ilgi duyduğu musiki eğitimini alarak ud çalmayı öğrenmiş ve kendisini bu alanda geliştirmiştir. Daha sonraları Sultan II. Mahmut’la tanışmasına vesile olan musikî merakı; hocası Hacı Hasan Şirvanî’nin aldığı eğitimle deruni bir duyguya dönüşmüş ve hayatı boyunca hep musikî ile ilgilenmiştir. Ona göre musikî; insanın hiçbir zaman vazgeçmeyeceği bir duygudur. Müştak-ı Bitlisî, dinlenilen bu musikînin akıl hastalarına şifa vereceğini savunmuştur. Bu yönüyle musikînin akıl hastalarının tedavisinde uygulanması gerektiğini savunan ilk kişilerden biridir. Hocası Hacı Hasan Şirvani’den icazet aldıktan sonra oturan Müştak-ı Bitlisî irşada başlamıştır.

ÖMRÜ SEYEHATLERLE GEÇİYOR
 Seyahatlerinin kendisinin kaderi olduğunu söylemiştir. İcazet aldıktan sonra kendisine “Bağdat şehrine” gitmesi için bir ilahi davette bulunulmuş ve orada Hazreti Abdülkadir Geylani Hazretlerinin kabrini ziyaret etmesi tavsiye edilmiştir. Aileden gelen bu sevgi artık hayatı boyunca Kadiri Tarikatına bir bağlılık duymasına sebep olmuştur. Bağdat’ta Nebibu’l-eşref Şeyh Hasan’la görüşüp sohbetlerine katılarak ondan da dersler almıştır. Bir süre Bağdat’ta kaldıktan sonra beraberinde kırk dervişle Hindistan’a seyahate çıkmıştır. Kendisi için seyahatler; yeni yerler görmekten çok ilahi bir vazifedir. Buralarda yaşadıkları, farklı kültürlere ait öğrenmeler; Müştak-ı Bitlisî’nin zamanının önünde bir şahsiyet olarak tanınmasına sebep olmuştur.

 


İSTANBUL’DA DERSLER VERİYOR
O bu seyahatleri bir ilahi vazife olarak görmüş; seyahatlerini Balkanlardan Hindistan’a, Mısır’dan Trabzon’a kadar geniş bir coğrafyaya yaymıştır. Hindistan seyahati esnasında Serendib (Seylan) Adasına gitmiş ve adada olduğuna inanılan Hz. Âdem’in kabrini ziyaret etmiştir. Dönüş yolunda hac farizasını yerine getirmek için Hicaz’ a gitmiştir. Burada Hac vazifelerini yerine getirmiştir. Daha sonra memleketi Bitlis’e gelmiştir. Bitlis’te bir süre kaldıktan sonra evlenmiştir. Bu evlilikten üç çocuğu olmuştur. Kızlarından birini İstanbul eşrafından olan Ahmet Paşaya diğerini de Cemil Paşa ile evlendirmiştir.12 Oğlu Ethem Baba’ya ilk tahsilini kendisi vermiş daha sonra kendisinin kurduğu tarikatı Ethem Baba’ya bırakmıştır. Ethem Baba, babasından iyi bir eğitim aldığını ve her zaman onun yolunda olduğunu hatıralarında ve mezar taşında dile getirmiştir.13 Erzurum, Trabzon, Ankara, 1789 yılında İstanbul’a giderek uzun yıllar bu şehirlerde yaşayan Müştak-ı Bitlisî, bir yıl sonra 1790 yılında Eyüp’te Selami Efendi Dergâhı’nda kalmış orada vekâleten dersler vermiştir.

DÜNYA MALINA DEĞER VERMEMİŞTİR
 Hakkâri beylerinden olduğu halde dünya malından ve rütbelerinden yüz çevirmiştir. Manevî saltanat ona dünyanın yanında üstün ve kıymetli olmuştur. 1810-1814 yılları arasında tekrar İstanbul’a dönerek bir müddet orda yaşamıştır. Aynı yıllarda Mısır’ın Fransa’nın işgaline uğraması üzerine Sadrazam Yusuf Ziyayed Paşa’nın ordusuna katılıp Mısır’a gitmiştir. Bu sefer esnasında Şam ve Kudüs’te kutsal olan mekânları ziyaret ederek bu mekânların ve kişilerin etkisinde kalarak şiirler yazmıştır. Yaptığı bu seyahatlerin sonunda Müştak-ı Bitlisî, 1830 yılında İstanbul’a tekrar geri dönmüştür. Bu zaman zarfında Akif Paşa ile dostluklarının nişanesi olarak kendisine bir konak verilmiştir. Daha sonra aralarının açılmasına sebep olan bu konağı küçük bulan Müştak Bitlisî kendisine daha büyük bir konak verilmesini istemiş ve bu konağın dergâh olarak kullanılacağını ve burada ilim tahsil etmek isteğinde bulunmuştur. Bu isteği geri çevrilen Müştak-ı Bitlisî, biraz da küskün olarak memleketi Bitlis’e dönmeye karar vermiştir. Sarayın bu hoşnutsuzluğu daha sonra onun ölümüne sebep olacak dedikoduların doğmasına sebep olmuştur. Şehâdetini dostlarına bildiren ve şehâdetinden birkaç gün önce şehit olacağını söylemesi onun bu ölüme hazır olduğunun göstergesidir. Kapısının önünde bekleyen dervişlere benim misafirlerim gelecek geldiklerinde onları içeri buyur edin dediğinde de bu ölümü önceden bildiğini değerlendirmekteyiz. Müştak-i Bitlisî, 1839 tarihinde boğdurulduğunda namaz kıldığı secdenin altında çıkan notta kendi ölümünü bizlere bildirmektedir.

“Ya Rasûlallah uluvv-ı şan Senin
Server-i kevneysin ferman Senin
Dest-inhükmünde şeha çevgân Senin
Top Senin, Çevgân Senin, meydan Senin
Söz Senin, muhabbet Senin devran Senin”

 Evinde, seccadesi üzerinde ibadetle meşgul iken boğularak şehit edildi.

 

ANKARA’NIN BAŞKENT OLACAĞINI YILLAR ÖNCE SÖYLÜYOR
19. yüzyılın sıra dışı mutasavvıf şairlerinden Müştak Baba, İkinci Mahmut’a musahiplik de etmiş Bitlisli bir şeyh. Ehli tasavvufun uluları gibi bir hayli yer dolaşmış. Onun son seyahatine İstanbul’dan memleketine dönmek için çıktığı sanılıyor, aslında mukadder olana doğrudur yolculuğu…

 

 

Son seferinde onun Ankara üzerinden Muş’a geldiğini tahmin edebiliriz. Yolun ortası konumundaki Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’yi ziyaret etmiş ve o meşhur istihraç namesini de bu vesile ile yazmış olmalıdır. Şiir şöyle biter:

 

Ey pâdişah-ı fehham sultan Hacı Bayram
Ruhen ister ikrâm Müştâk abd-i çâker
Yanî, “Ey anlayışlı padişah sultan Hacı Bayram âciz kul Müştak ruhen ikram ister.”

  1. yüzyılın bu esrarengiz şahsiyeti kendi mukadderine giderken 90 yıl sonrasının Ankara’sını görmüş gibi konuşur: Ankara İstanbul’la denk olacaktır!

 

Mevâ-yı nâzenine kim elf olursa efser
Lâ-büd olur o mevâ İslâmbol ile hemser

“Güzeller yurduna elf (1000) taç olursa/Ankara kesinlikle İstanbul’a eş olur.”
Ankara’nın başkent olacağını 140 yıl önceden söyler

 

Müştak Baba’nın En Önemli Eserleri Şunlardır:

1 – Âsârü’l Müştak Esrarü’l-Uşşak. (Asar) (Biyografidir)

2 – Divan-ı Müştak Baba.

3 – Mektubat-ı Kimya-yı Müştak.

4 – Baharname. (Farsça divan)

5 – Mişkâtü’l-Müştak Mir’atü-l Uşşak.

 

http://dergipark.gov.tr/download/article-file/389845

One thought on “Doğu Anadolu’yu İstanbul’a taşıyan hakikat yolcusu

  1. Ne güzel Evliya, Allah rahmet eylesin.
    Eline sağlık Fahri abim çok güzel anlattın Müştak Baba’yı☺️ onu tanıdığım birine benzetiyorum, kimse aceba ?

Duran YAVUZ için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website