Yazan: Fahri Sarrafoğlu

Turgut Bey ve eşi Emine Hanım, ikisi de çalışıyorlardı. İkisi de sabah işe gitmek için erken kalkarlar  6 gibi evden çıkmaları lazım ki  anca yetişebilsinler. Zira İstanbul’a oldukça uzak olan lüks bir semtte oturuyorlardı. Evleri Kemerburgaz’da lüks bir sitedeydi. Oldukça güvenilir, lüks ve bir o kadar da büyüktü evleri. Haftalık olarak eve temizlik şirketinden gelirler temizlerlerdi. Apartmanın aylık aidatı bile başka evlerin kirası kadardı. Her ikisinin de arabası vardı. Her ikisi de çalışıyor olmasına rağmen hep yeterine para biriktirememekten şikâyetçiydiler. Bırakın para biriktirmeyi daha ihtiyacı olduğunu düşündükleri o kadar çok şeyleri vardı ki. Mesela, buzdolabını değiştirip uzaktan kumandalı buzdolabı alacaklardı. Artık her şey akıllı olmuştu, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi de akıllı olmalıydı. Gerçi bulaşık makinesi ne işe yarıyor pek anlaşılmamıştı ama yine de akıllı olması gerekiyordu. Çünkü haftanın neredeyse üç dört günü iş yemekleri, toplantılar yüzünden dışarda yemek yedikleri için mutfağa pek uğramazlardı. Sabah da  işe erken gittikleri için doğru-düzgün kahvaltı da yapamıyorlardı. Evet, Turgut Bey ve Emine Hanım’ın böyle bir hayatları vardı.

Bir gün ikisinin de  tanıdığı ortak  bir arkadaşları vefat etti. Oldukça genç yaşta vefat etmişti. Kendi aralarında böyle konuşuyorlardı. Daha gençti, emekli bile olmamıştı. Kariyer yapacaktı. Yurt dışında da çalışmayı düşünüyordu vb gibi. Ama işte ecel geldi mi hiçbir şeyi dinlemez… Cenazede yanlarına Turgut Bey’in baba dostu, Salih Bey gelmişti. Salih Bey, görmüş geçirmiş, tasavvuf ehli bir zattı.  İkisini de gördü ama üzüldü onları o halde görünce. Zira yaşadıklarını zannediyorlar ama maalesef sadece güya ihtiyaç duydukları ama aslında ihtiyaçları olmayan şeyler için koşturduklarını biliyordu. Salih Bey, ikisini de karşılarına aldı ve onlara şu şekilde konuştu:

“Bakın güzel evlatlarım, ikiniz de bana baba yadigârısınız. Onun için anlatacaklarımı iyi dinleyin. Şimdi şöyle düşünün. Yolunuz bir çöle düştü. Çöldesiniz. Çölde insanın en büyük ihtiyacı sudur evladım değil mi? Su, su diye koşturuyorsunuz. Birden karşınıza biri çıktı ve elinde buz gibi bir şişe var. Evet, şişe buz gibi ama içinde altın var, su yok. Bu şişeyi alır mısınız?  Elbette, almazsınız. Biraz daha ilerlediniz. Yine bir kişi daha var onun da elinde buz gibi bir şişe var. Ama o şişenin içinde de pırlanta dolu. Siz o şişeyi de almazsınız değil mi? Size lazım olacak olan su… Siz sadece SU istiyorsunuz. Neyse ilerlediniz son bir şans tam ileride biri daha var onun da elinde billur bir şişe var. Gayet güzel bir şişe. Ama içinde su var zannediyorsunuz. Hayır, o billur şişenin içinde de inci taneleri var, su yok yani.

Evet, şişenin birinde altın, diğerinde pırlanta, diğerinde ise inci taneleri var. Ve siz maalesef susuzluktan ölüyorsunuz. İşte evladım hayat da böyledir. Allah sizi bu dünyaya TEKÂMÜL ETSİN… FARKETSİN… ÖĞRENSİN, diye gönderdi.  İhtiyacımız olmadığı halde kendi kendimize ihtiyaç oluşturup sonra da neden sahip olamıyorum diye koşturuyoruz. Tıpkı bize lazım olacak olan su olmasına rağmen çölde altına sarılan gibi oluyoruz. Hayat da böyledir. Bizim işimiz gerektiği kadar ihtiyacımız olanı elde etmek, ihtiyaç olmadığı halde maalesef kapitalist sistemin bir oyunu olarak reklamlarla, moda ile ya da çeşitli bilinçaltı mesajlar oluşturarak sanki ihtiyacımız varmış gibi koşturmaya zorlanıyoruz. Siz bu oyuna gelmeyin çocuklar…”

Evet. Salih Bey, kısa ve öz konuştu. İki genç kardeşimiz umarım bu küçük hikâyeden ders almışlardır. Sadece o değil burada hepimize, mesajlar var, değil mi? Çölde su mu aranır, yoksa altın mı, inci mi,  pırlanta mı?

KISACA: Bakara Suresi 212. Ayet: “Dünya hayatı, inkâr edenler için bezendi. (Onlar), iman edenlerle eğleniyorlar. Hâlbuki takva sahibi olan o müminler, kıyamet günü onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.”

Ali İmran Suresi: 14.ayet: “İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Hâlbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır. “

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*
Website